Bugün benim doğum günüm...
60'ların basamaklarını ağır ağır çıkıyorum...
Biraz yorgun, biraz kırgın...
Bazen öfkeli, bazen sakin...
Arada mutlu, sırada hüzünlü...
Ama hep umutlu...
Hayat işte gelip geçiyor rüzgâr gibi...
Oysa ne hayallerim vardı; bu yaşlara geldiğimi düşlediğimde...
Hani derler ya:
"Sen hayal kurarsın Tanrı gülümser" diye...
Benim tanrım yeri geldi "kahkaha" bile attı...
Olsun!..
Yine de seviyorum onu...
Çünkü verdikleri vermediklerinden çok daha fazla...
En değerlileri de üç evlat ve bir torun...
Tolga'm, Duygu'm, Alican'ım ve fındık içi Efe'm...
Ardından "yarım kalan" aşklar verdi Tanrı'm bana...
Bilinmez!..
Belki de onlar benim yarım bıraktıklarımdı!..
Bu konuda onunla polemiğe girmeyeceğim!..
Çünkü pek sakin biri değil; kızdırmamak lazım...
Üçüncü sıraya dilsiz meleklerimi koyarım...
Tutku'mu ve onun Tutku'sunu...
Şerbet var, Bıdık hanım var, Şükrü efendi var, Safiye ile Faik var, Paşa var...
Şimdi onların bazıları melek oldu...
Cennetin çayırlarında koşuyordur mesela Tutku'm...
Safiye ile Faik pınarlarında yüzüyordur o cennetin...
Paşa mavi gökyüzünde kanat çarpıyordur...
Şükrü efendi de mutlaka yasak ağacın gölgesinde mır mır uyuyordur...
İşte böyle geçti yıllar...
Şimdi son bir isteğim var Tanrı'mdan...
Bir tren yolculuğu!..
Ve o trende elini tutacağım, başını omzuma koyacak bir yol arkadaşı...
Son istasyona kadar birlikte seyahat edeceğim bir yol arkadaşı...
İki biletim var cebimde...
Ve bekliyorum...
Ya o trene iki kişi bineceğim, ya da tek başıma...
Rumi'nin dediği gibi:
"Aradığın seni arayandır"
Ya da benim dediğim gibi:
"Beklediğin seni bekleyendir"
Neden insanları bırakıp sana sarıldım biliyormusun çocuk!..
Çünkü sen aşksın...
Sen vefasın...
Sen cansın...
Sen sadakatsın...
Sen dostsun...
Sen yol arkadaşımsın...
Sen huzursun...
Sen dilsiz meleksin...
Sen çocuksun...
Sen garipsin...
Sen benim dünyamsın...
Sen Tutku'msun...
Şair; “Yokluğunda buldum seni, gelme artık neye yarar” diyor ya hani!..
İnsanın birisini özlüyor olması, ona geri dönmesi gerektiği anlamına gelmez...
Bazen aylarca hatta yıllarca özlemek gerekir...
Ta ki bir gece!..
Balkonda sigara içip sokağı izlerken, artık özlemediğini farkedene dek...
"Gelme artık, neye yarar"
(Kadehimdeki şiirler)
NALÂN...
Adı Nalân'dı...
Yaşı otuzbeş...
En çok susuz rakı içmeyi severdi...
Bir de şöför Cemal'i...
"Kadının olurum Cemal'im, kadının" derdi hep...
Küçükken, en çok korktuğu kişiler sarhoşlardı...
Ama şimdi!..
Hiç kalmadığı masalar, sarhoş masaları olmuştu...
Adı Nalân'dı...
Boyu selvi, dudağı benli...
Beli ince, eli kadife...
Kısacası cancağızım...
Hatunların tillahı, hatta estafurullahı...
Yürüdü mü şöyle bir mahallede...
Yemin olsun asfalt erirdi bastığı yerde...
İkiçeşmelik'in afet-i devran'ı...
Ergenliğimin yalancı baharı...
Delikanlılığımın zarar ziyanı...
Adı Nalân'dı...
Gözleri kurşun...
Sözleri vurgun...
En çok susuz rakı içmeyi severdi...
Bir de şöför Cemal'i...
Hıyarın tekiydi Cemal, tam bir çingene...
Dört çocuğu, bir de karısı vardı; falcı Emine...
Duydum, barbuta basmış Nalan'ı bu puşt kahvede...
Dübeş atmış düşeş gelmiş, ütülmüş hergele...
Dikildim o gece Cemal'in karşısına...
Toyluk işte...
Ha tabii, biraz da votka var damarda...
Ne şerefsizsin ulan dedim...
Basılır mı hiç kadın kumara...
Ortalık karıştı, çekildi kelebekler...
Dört faça aldım iki bacaktan iki bilekten...
Baktım olacak gibi değil..
Kaptım ıstakayı koydum kafaya...
Devrildi puşt, çuval gibi yığıldı helâya...
Adı Nalân'dı...
Bacakları tırmanma şeridi...
Dudakları mürdüm eriği...
En çok susuz rakı içmeyi severdi...
Bir de şöför Cemal'i...
"Kadının olurum Cemal'im, kadının" derdi hep...
Oldu da...
Ama...
Sadece Cemal'in değil...
Bütün Cemal'lerin...