Kargadan başka kuş, Çerçioğlu'ndan başka başkan tanımam diyenler aslında Aydın siyasetinin en büyük folklorunu dillendiriyor. Yıllardır süregelen bir ritüel bu…
Bir taraf göğe merdiven dayamaya çalışırken, diğer taraf sessiz sedasız doğru adrese gidiyor.
Şimdi deniyor ya: “Yok Çerçioğlu şöyleymiş, yok böyleymiş…”
Sanki herkes kusursuzmuş gibi, sanki siyaset denen koca düzen her gün pamuklara sarılarak işliyormuş gibi.
Ama garip bir paradoks var:
Ne zaman ihtiyaç doğsa, ne zaman devlet kapısı aralansa… Özlem Çerçioğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı başında bitiveriyor.
Hani bir anda beliriveren o bilge kılavuzlar vardır ya, tam da öyle…
Kimse ne kadar mesafe kat edildiğini göremiyor çünkü herkes “söylenti” kuyusuna baka baka yolunu şaşırmış.

Öteki tarafta ise uzun bir kuyruğa dizilmiş bir ekip var:
AKP Aydın milletvekilleri, il başkanı, MKYK üyesi Umut Tuncer…
Kimi danışmanların danışmanıyla görüşüyor, kimi üç hafta sonraya randevu arıyor, kimi de ulaşmak için saray kapısının önünde metaforik bir sıra numarası çekiyor.
İşte siyaset bazen böyle:
Kimisi dümdüz yürür, kimisi virajlara bakar bakar kendi etrafında döner.
Şimdi gelelim şu dillere pelesenk olan “para dağıtıyor-mış” mevzusuna…
Birine 120 bin, diğerine 150 bin, efendim AKP’liye de saçıyormuş…
E saçsın.
Zaten memlekette yıllarca hizmetin önüne set çekilmiş, hele bir de Aydın söz konusuysa, kimin kimden neyi esirgediği gün gibi ortada.
Davaların yarısı da bu kavganın tortusu zaten…
Kısacası mesele para değil; mesele paranın etrafında dönüp duranların neyi görmezden geldiği.
Ve işte film değil, tiyatro değil, sahne değil ama siyaset sahnesinin gerçek perdesi yine aralanıyor:
Çerçioğlu yine Erdoğan’ın yanında.
Yine yan yana, yine doğallığı bozmayan bir tebessüm, yine aynı rahatlık…
Ve evet, yine incir.
Belki de Aydın’ın coğrafi işareti kadar siyasi işareti de oldu bu incir meselesi.
Kimi bunu küçümser;
“Koskoca devlet işi mi incir sohbetine kaldı?” der.
Ama bilmeyen bilmez:
Bazen bir paketin içindeki üç beş incir, dev projelerin açamadığı kapıları açar.
Bazen bir sohbet, paranın bile kaldıramadığı ağırlıkları kaldırır.
Kapı kapı dolaşıp görüşme ayarlamakla değil; doğru anda doğru yerde olmakla çözülür meseleler.
Bu tabloyu dişçi- hasta ilişkisine benzetecek olursak…
Dişçinin kapısına gelip de “Şuram ağrıyor ama sakın dokunma!” diyenler var ya…
Aynı mantık.
Siyasetçiler de bazen böyle davranıyor:
Hem çözüm istiyorlar, hem de çözümün olduğu yere gitmeye çekiniyorlar.
Ama dişçi bilir:
Korkunun çürüğü hızlı yayılır.
O yüzden bazen bir dolgu değil, bir selam bile yeter meseleyi çözmeye.
Ve burada dişçiden yana olmak gerekiyor çünkü:
Dişçi gerçeği söyler, ağrının kaynağını bilir.
Kadınlar da çoğu zaman aynı noktayı görür:
Kimin gerçekten iş yaptığı, kimin sadece konuştuğu…
İşte bu yüzden haksız çıkan taraf artık dişçi değil;
Dişçinin dediklerine kulak tıkayanlar.
Sonuç?
Durum bu, evet.
Ama bu “durum”, öyle sıradan bir not değil.
Aydın’ın yıllardır süren siyaset anatomisini tek bir kareye, tek bir incire, tek bir selam mesafesine sığdıran bir gerçek.
Bazıları hâlâ bunun değerini bilmiyor olabilir.
Ama siyaset bazen bir kelimeyle açılır, bazen bir tebessümle.
Bazen de bir paket incirle…
Milyarlarca bütçenin dokunamadığı yerlere dokunan bir incir.
Ve bu hikâyede kim haklı biliyor musunuz?
Dişçi.
Çünkü herkes konuşur, o ise sorunun tam yerini görür.
Ve kadınlar…
Haklı çıkmak onların doğasında, görmek ise onların sezgisinde.
Asıl mesele bunu görmeyenlerde.
