Ümit Yeşildağ
Köşe Yazarı
Ümit Yeşildağ
 

Askıda komşuluk

Bir zamanlar aynı sokağın çocuklarıydık biz. Aynı bakkala borç yazdırır, aynı manavdan “bugünlük veresiye” alırdık. Birimizin sevinci öbürünün gülüşüydü, birimizin acısı diğerinin sessiz duası. Kapı çalınca, “kim o” diye sormazdık. Kapıyı açar, “gel hele, yeni demlendi çay” derdik. Şimdi mi? Kapı çaldığında kalp ritmimiz değişiyor. Artık kimse misafir beklemiyor bu ülkede. Sadece kargo, icra, ya da yanlış zil bekleniyor. Selam vermek, neredeyse siyasi bir eylem sayılıyor. “Selam verdi, kesin bir şey istiyor.” “Halimi hatrımı sordu, kesin başı belada.” Oysa bir zamanlar selam, en ucuz ama en değerli şeydi bu topraklarda. Şimdi bedava olan tek şey sessizlik. İnsanlar gergin… Çünkü adalet terazisi bozulunca, herkes suçlu hissediyor. Hukuk bir binanın duvarlarından değil, insanların vicdanından çekilince, geriye sadece şüphe kalıyor. Artık kimse kimseye güvenmiyor. Her apartmanda ayrı bir mahkeme var, her pencerede kendi savcısı, kendi yargıcı. Televizyonlar adaletsizlikle dolu, gazeteler öfkeyle, sosyal medya linçle. Herkes birine kızgın, kimse kimseye yakın değil. Adalet yoksa, empati de göç ediyor ülkeden — vizesiz, sessiz, geri dönmemek üzere. Ve sonra bir sabah, ekrandan bir ses yankılandı: “Askıda ekmek vardı, askıda et vardı… Şimdi askıda komşuluk başlıyor Devlet Bahçeli buyurdular, merhaba komşum diyelim!” Ne acı, değil mi? Komşuluk bile askıya alınmış artık. Tıpkı bir market fişi gibi, tarihin duvarına iğnelenmiş bir hatıra. Askıya asılmış komşuluk… Demek ki rafta yer kalmamış, kalplerde de. Belki biri görür, belki biri alır diye asılmış oraya. Belki vicdanı olan biri çıkar da, o selamı yeniden sahiplenir diye. Ama kimse almıyor. Çünkü herkesin askıda başka bir meselesi var. Kiminin umudu askıda, kiminin işi, kiminin sevgisi. Kiminin ise inancı. Artık birinin kapısını çalmak için, ya bir dilekçe, ya bir dile ihtiyacın var. Yoksa kimse kimsenin sesine dönüp bakmıyor. “Yahu şu komşuya bir çay içmeye gideyim,” diyenler müzelik cümle kuruyor artık. Mahalleler sustu. Sokak lambaları yanıyor, ama kimse kimseyi görmüyor. Asansörde iki kişi karşılaşsa, gözlerini telefona indiriyor. Göz göze gelmek, sanki suç gibi. Oysa insan, göz göze geldiğinde insandır. Ama artık kimse insana bakmıyor, sadece ekrana bakıyor. “Askıda komşuluk” dediler ya… Belki de bu ülkenin en trajik ironisidir bu cümle. Çünkü komşuluk, yardım değil, varoluş biçimiydi. Yan dairede biri acı çekiyorsa, senin duvarın da ağlardı. Şimdi duvarlar yalıtımlı. Sesi geçirmiyor. Vicdanı da. Bir zamanlar “komşusu açken tok yatan bizden değildir” derdik. Şimdi “komşusu mutsuzken bile mutlu pozlar veren” bir çağdayız. Artık sofralar büyüdükçe, yalnızlıklar da büyüyor. İnsan tok ama eksik. Evler dolu ama boş. Kalpler kalabalık ama sessiz. Belki bir gün, o askıdan biri komşuluğu indirir. Tozunu siler, kokusunu unutmadan kapısına gider. Bir selam verir, bir çay koyar, bir sandalye çeker. Belki o gün, bu ülke yeniden nefes alır. Çünkü komşuluk, aslında bir toplumun vicdan sesidir. Ve o ses sustuğunda, hiçbir zil sesi duyulmaz artık. kimin yüzünden elbette ana CHP'nin yüzünden Bunlar hep anamuhalefetin yüzünden böyle oluyor İktidarın ne de olsa hiiiç payı yok!.. Oysa bu anamuhalefetin zamanında Komşuluk; tarihin en güzel çağını yaşamıştı Ecevit'le, İnönü ile Yıkılsın artık bu düzen Yıkılsın abi... Yetti gari KEDİ DÖTÜNÜ GÖRMÜŞ YARA SANMIŞ!.. Basın emekçisinin telefonunu açmayanlar, şimdi aynı emekçilere yapılan saldırıyı kınıyorlar. Ne büyük vicdan patlaması değil mi? Sosyal medyada “Kınıyoruz!” yaz, altına siyah kurdele koy, bir de kurum logosunu iliştir… Oh, tamam. Günün vicdan kotası doldu. Kınamayan kalmadı, maşallah. Niye mi? E tabii ki yine reklam için! Kınama da artık bir PR malzemesi oldu. Kınayan kazandı, kınamayan linç yedi. Gerçek samimiyet? O çoktan sansürlendi. La biz her gün saldırıya uğruyoruz! Her gün tehdit, her gün baskı, her gün “dikkatli ol” uyarısı. Arayan var mı? Yok. Telefonumuza çıkan bile yok. Ama biri kendi çevresine toz kondurulsa, hemen “basın özgürlüğü” naraları atılıyor. O da üç gün sürüyor, dördüncü gün unutturuluyor. Gazetecinin emeği, artık sadece manşetlerde süs cümlesi. “Basın özgürlüğü önemli” diyorlar, ama özgür bir soru sordun mu, hemen kapı gösteriliyor. Biz sahada koşarken, onlar ofiste filtre kahveyle “kınama metni” yazıyor. Ve en acısı ne biliyor musun? Onlar saldırı görmemiş. Kedi tırmalamış, onu da “kurşunlandım” sanmış. Bizim üzerimize çöken tehdit gölgesini, onlar güneş tutulması zannediyor. Gerçek saldırı nedir, bilmezler. Gece yarısı aranan, “o haberi sil” denilen, yargısız infaza uğrayan kalemleri bilmezler. Haberiyle adaleti arayan ama adliyede sanık sandalyesine oturtulanları bilmezler. Onlar için saldırı, bir yorumun altına yazılan sert cümledir. Bizim içinse saldırı, bir merminin gölgesi kadar gerçektir. Ve sonra çıkıp diyorlar ki: “Basına yapılan her türlü saldırıyı kınıyoruz.” Kınıyorlar da, bir gün bile o saldırının ortasında durmadılar. Bir basın emekçisinin gözündeki korkuyu, bir muhabirin cebindeki son parayı, bir kameramanın dayak yemiş ellerini hiç görmediler. Ama olsun… Reklam çok güzel duruyor. Kınama yazısı çok beğeni alıyor. Etiketler trend oluyor. Gerçekler mi? Yine susturuluyor. Yine haber yapılmıyor. Yine birileri konuşuyor, ama hiç kimse dinlemiyor. Biz alıştık. Her gün saldırıya uğrayıp, her gün yalnız bırakılmaya. Ama bir gün, kedi tırnağını yara sananlar, gerçek yarayı görünce ne yapacak merak ediyorum. O zaman kınamaya değil, utanmaya sıra gelecek. ama bunların çoğunda utanma olmadığından utanmayı da bilmezler!...
Ekleme Tarihi: 26 Ekim 2025 -Pazar

Askıda komşuluk

Bir zamanlar aynı sokağın çocuklarıydık biz.
Aynı bakkala borç yazdırır, aynı manavdan “bugünlük veresiye” alırdık.
Birimizin sevinci öbürünün gülüşüydü,
birimizin acısı diğerinin sessiz duası.

Kapı çalınca, “kim o” diye sormazdık.
Kapıyı açar, “gel hele, yeni demlendi çay” derdik.
Şimdi mi?
Kapı çaldığında kalp ritmimiz değişiyor.
Artık kimse misafir beklemiyor bu ülkede.
Sadece kargo, icra, ya da yanlış zil bekleniyor.

Selam vermek, neredeyse siyasi bir eylem sayılıyor.
“Selam verdi, kesin bir şey istiyor.”
“Halimi hatrımı sordu, kesin başı belada.”
Oysa bir zamanlar selam, en ucuz ama en değerli şeydi bu topraklarda.
Şimdi bedava olan tek şey sessizlik.

İnsanlar gergin…
Çünkü adalet terazisi bozulunca, herkes suçlu hissediyor.
Hukuk bir binanın duvarlarından değil, insanların vicdanından çekilince,
geriye sadece şüphe kalıyor.
Artık kimse kimseye güvenmiyor.
Her apartmanda ayrı bir mahkeme var,
her pencerede kendi savcısı, kendi yargıcı.

Televizyonlar adaletsizlikle dolu,
gazeteler öfkeyle, sosyal medya linçle.
Herkes birine kızgın, kimse kimseye yakın değil.
Adalet yoksa, empati de göç ediyor ülkeden —
vizesiz, sessiz, geri dönmemek üzere.

Ve sonra bir sabah,
ekrandan bir ses yankılandı:

“Askıda ekmek vardı, askıda et vardı…
Şimdi askıda komşuluk başlıyor
Devlet Bahçeli buyurdular, merhaba komşum diyelim!”

Ne acı, değil mi?
Komşuluk bile askıya alınmış artık.
Tıpkı bir market fişi gibi,
tarihin duvarına iğnelenmiş bir hatıra.

Askıya asılmış komşuluk…
Demek ki rafta yer kalmamış,
kalplerde de.
Belki biri görür, belki biri alır diye asılmış oraya.
Belki vicdanı olan biri çıkar da,
o selamı yeniden sahiplenir diye.

Ama kimse almıyor.
Çünkü herkesin askıda başka bir meselesi var.
Kiminin umudu askıda,
kiminin işi, kiminin sevgisi.
Kiminin ise inancı.

Artık birinin kapısını çalmak için,
ya bir dilekçe, ya bir dile ihtiyacın var.
Yoksa kimse kimsenin sesine dönüp bakmıyor.
“Yahu şu komşuya bir çay içmeye gideyim,” diyenler
müzelik cümle kuruyor artık.

Mahalleler sustu.
Sokak lambaları yanıyor, ama kimse kimseyi görmüyor.
Asansörde iki kişi karşılaşsa, gözlerini telefona indiriyor.
Göz göze gelmek, sanki suç gibi.
Oysa insan, göz göze geldiğinde insandır.
Ama artık kimse insana bakmıyor, sadece ekrana bakıyor.

“Askıda komşuluk” dediler ya…
Belki de bu ülkenin en trajik ironisidir bu cümle.
Çünkü komşuluk, yardım değil, varoluş biçimiydi.
Yan dairede biri acı çekiyorsa, senin duvarın da ağlardı.
Şimdi duvarlar yalıtımlı.
Sesi geçirmiyor.
Vicdanı da.

Bir zamanlar “komşusu açken tok yatan bizden değildir” derdik.
Şimdi “komşusu mutsuzken bile mutlu pozlar veren” bir çağdayız.
Artık sofralar büyüdükçe, yalnızlıklar da büyüyor.
İnsan tok ama eksik.
Evler dolu ama boş.
Kalpler kalabalık ama sessiz.

Belki bir gün, o askıdan biri komşuluğu indirir.
Tozunu siler, kokusunu unutmadan kapısına gider.
Bir selam verir, bir çay koyar, bir sandalye çeker.
Belki o gün, bu ülke yeniden nefes alır.

Çünkü komşuluk, aslında bir toplumun vicdan sesidir.
Ve o ses sustuğunda,
hiçbir zil sesi duyulmaz artık.

kimin yüzünden
elbette ana CHP'nin yüzünden
Bunlar hep anamuhalefetin yüzünden böyle oluyor
İktidarın ne de olsa hiiiç payı yok!..

Oysa bu anamuhalefetin zamanında
Komşuluk; tarihin en güzel çağını yaşamıştı
Ecevit'le, İnönü ile

Yıkılsın artık bu düzen
Yıkılsın abi...
Yetti gari

KEDİ DÖTÜNÜ GÖRMÜŞ YARA SANMIŞ!..

Basın emekçisinin telefonunu açmayanlar,
şimdi aynı emekçilere yapılan saldırıyı kınıyorlar.

Ne büyük vicdan patlaması değil mi?
Sosyal medyada “Kınıyoruz!” yaz, altına siyah kurdele koy,
bir de kurum logosunu iliştir…
Oh, tamam.
Günün vicdan kotası doldu.

Kınamayan kalmadı, maşallah.
Niye mi?
E tabii ki yine reklam için!
Kınama da artık bir PR malzemesi oldu.
Kınayan kazandı, kınamayan linç yedi.
Gerçek samimiyet?
O çoktan sansürlendi.

La biz her gün saldırıya uğruyoruz!
Her gün tehdit, her gün baskı, her gün “dikkatli ol” uyarısı.
Arayan var mı?
Yok.
Telefonumuza çıkan bile yok.
Ama biri kendi çevresine toz kondurulsa,
hemen “basın özgürlüğü” naraları atılıyor.
O da üç gün sürüyor, dördüncü gün unutturuluyor.

Gazetecinin emeği, artık sadece manşetlerde süs cümlesi.
“Basın özgürlüğü önemli” diyorlar,
ama özgür bir soru sordun mu, hemen kapı gösteriliyor.
Biz sahada koşarken, onlar ofiste filtre kahveyle “kınama metni” yazıyor.

Ve en acısı ne biliyor musun?
Onlar saldırı görmemiş.
Kedi tırmalamış,
onu da “kurşunlandım” sanmış.
Bizim üzerimize çöken tehdit gölgesini,
onlar güneş tutulması zannediyor.

Gerçek saldırı nedir, bilmezler.
Gece yarısı aranan, “o haberi sil” denilen,
yargısız infaza uğrayan kalemleri bilmezler.
Haberiyle adaleti arayan ama adliyede sanık sandalyesine oturtulanları bilmezler.

Onlar için saldırı,
bir yorumun altına yazılan sert cümledir.
Bizim içinse saldırı,
bir merminin gölgesi kadar gerçektir.

Ve sonra çıkıp diyorlar ki:

“Basına yapılan her türlü saldırıyı kınıyoruz.”

Kınıyorlar da,
bir gün bile o saldırının ortasında durmadılar.
Bir basın emekçisinin gözündeki korkuyu,
bir muhabirin cebindeki son parayı,
bir kameramanın dayak yemiş ellerini hiç görmediler.

Ama olsun…
Reklam çok güzel duruyor.
Kınama yazısı çok beğeni alıyor.
Etiketler trend oluyor.

Gerçekler mi?
Yine susturuluyor.
Yine haber yapılmıyor.
Yine birileri konuşuyor,
ama hiç kimse dinlemiyor.

Biz alıştık.
Her gün saldırıya uğrayıp,
her gün yalnız bırakılmaya.

Ama bir gün,
kedi tırnağını yara sananlar,
gerçek yarayı görünce ne yapacak merak ediyorum.
O zaman kınamaya değil,
utanmaya sıra gelecek.
ama bunların çoğunda utanma olmadığından

utanmayı da bilmezler!...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ege7gun.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.