Ümit Yeşildağ
Köşe Yazarı
Ümit Yeşildağ
 

CHP'liler belli medyaların dışında gazetecileri birer böcek gibi görüyor!...

Seçimi kazanırlarsa ilk başları ezilecek olan böcekler yani!.. Ama tersi olursa, kendi başlarına gelecek var, bunu da bilsinler!.. Oysa bakın ben daha geçen gün sokağa çıktım Aydın'da, Aydın Ak Parti'ye dönmüş durumda!.. Sefil emekliler bile artık "AKP" diyor!... Halk delirmiş bir vaziyette sandık gözlüyor!.. Normal şartlarda AKP'nin seçim kazanması imkansız CHP'lilerin duruşu da bunu gösteriyor, medyalara karşı çok duyarsızlar Anketlerdeki açıkara sonuçları görünce de elbette kim takar medyaları İki haber için uğraşayım, oyumuzu biraz daha artırayım yok. Seçimleri kazanacaklarından öyle eminler ki!.. Medyaları ve gazetecileri adeta birer böcek gibi görüyorlar Sadece halka güveniyorlar ve muhtemelen sürekli anketler yaptırıyorlar Oysa artık para için herşeyini satmaya hazır insanlar var, üç kuruşa seni de satar beni de satar!.. O bakımdan "Halka Güvenmek" artık hiçbirşey ifade etmiyor, halk diye birşey kalmadı çünkü!.. Peki ya bir de devran dönerse Bak; 1- Emeklilere okkalı bir zam yaparlarsa 2- Ya işçiye-memura okkalı bir zam yaparlarsa 3- Ya özgürlükleri buna istinaden özgür bırakırlarsa 4- Ya bir de yanlışlıkla AB'ye alınırsak vs, vs, bunlar çoğaltılabilir, hem de çok çoğaltılabilir Hah işte bunlar olursa CHP de diğer muhalefet partileri de yok olur gider... Bunlar gerçekleşirse Erdoğan aday olmasa, olamasa da olur... Kimi aday gösterirse, açık ara alır gider... Sonrasında ise ne olur biliyor musunuz? Gazeteciler CHP'lileri böcek gibi görmeye başlar Anladık mı? BİR PARKIN BANKINDAKİ SESSİZLİK Bir parkın bankında otururken, konuşmayan bir kalabalığın köşesinde dolaşıyor gözlerim. Söz bekler gibi dudaklar, ama ağızlarda bir ağırlık—sessizlik, bir tür temkin. TuristikPark’ta mikrofon uzattığımda, cevap gelmiyor; geliyorsa da fısıltıyla, bir kapı gıcırdaması gibi. Konuşmuyorlar çünkü bildikleri kelimeler bile tehlike arz ediyor sanki; bir heceler dizisi, yanlış yere saparsa başlarını yakacak. İtiraz edecek enerjileri kalmamış değil yalnızca; korku, daha önceki günlerin gölgesinden daha koyu. Oysa emekli, yaşayan tarih demektir; biriktirdiği anıların ve alın terinin üzerinde türlü hikâyeler taşır. Bugün o hikâyeler çoğunlukla ‘sus’ emriyle kesilmiş, vicdanlarında küçük birer sineğin uğultusu kadar kalmış. KORKUNUN GÖLGESİNDE BİR NESİL “Emeklisinin ölmesini isteyen bir millet var” diye bağırdığınızda, kulağa demagojik gelir belki. Ama bakın: emekli kendi akranından bile umudunu çekmiş; aynı kaderi paylaşan bir diğeri yanında dururken susuyor. Neden? Çünkü konuşmanın cezası ağır; sadece bir kaşınma değil, kimlik sorgusu, kameradan geçen bir yüz, bir not defteri, ardından gelen sorular… Her soru, sanki bir keskin uç; keskinlik, kişiyi yorar, en nihayetinde susturur. Bu suskunluk kolektif bir teslimiyetin değil—daha ziyade, günlük hayatın örttüğü bir stratejidir. Çünkü sandık var, umarız orada değişir diye düşünürler; ama sandık, bugünü ısıtmıyor çoğu zaman. Onlar bekler; beklemek, bir tür tasarruftur; enerji bütçesini koruma yoludur. Harcamak, cesaret harcamaktır; cesaretin cezası ise belirsizliktir. TEBESSÜMÜN YARIM KALDIĞI YER Gözlem, acı bir kâşiftir: Emeklinin tebessümü artık kısa, yarım; bir espri, hemen ardından “iyi misin?” sorusuyla takip edilir. “İyi” demek, direnç cümlesine dönüşmüş; “iyi” diyebilmek için çoğu zaman ödün verilir. Bu, küçük tavizlerin zinciri—her tavizde biraz daha yitirilen bir şey var: onur, haysiyet, hakikatin gölgesi. SİYASETİN SAHNESİ, HALKIN KÖR NOKTASI İktidarın ve muhalefetin söylem ustalığı burada işe yaramıyor. Şölenvari vaatler, kürsü söylevleri, medyada yankılanan vaazlar… Bunların hepsi halkın vicdanına değil, daha çok kampanya mecralarına dokunuyor. Emekli, yalnızca bir istatistik değil; onun dertleri reklam vermeyen bir gerçek. Açlık sınırının altına mahkûm edilen bir kimseye, “müjde” vermek, onu oyalamaktan başka bir şey değildir. KORKUNUN AKORT ETTİĞİ SESSİZLİK Daha tuhaf olan şudur: emekli kendi meslektaşından da kuşku duyuyor. Neden? Çünkü gazeteci de bazen aynı masadan yemek yiyor—hem menü hem hesap ortağı. Medyanın bir kısmı, hemen yanı başındaki dilin tadını değiştiriyor; şeffaflık yerine şov getiriyor. Gazetecinin kalemi cılızlaşınca, emeklinin sığınağı da daralıyor. O zaman emekli, susmayı seçiyor; susmak, belki kendini daha az ifşa ediyor gibi gelmesin mi? REFAHIN İLLÜZYONU VE GERÇEĞİN FİYATI İroni burada keskinleşir: Devlet, “refah” lafını ağızdan eksik etmez; pratikte ise refah, sürekli ileriye atılan bir mirasyedilik gibi dağıtılır—bugün var, yarın yok. Emekli ise mirasyedi değil; düzenli, öngörülebilir bir destek bekler. Fakat beklenen destek, sık sık bir illüzyonun pratik karşılığına dönüşür. Bu da yetmez; bir yandan da sosyal mecralarda, sanki sorun “algı” meselesiymiş gibi tartışılır. Algı, kısa vadede iş görür; fakat tencereyi kaynatan gerçek paranın yerini tutmaz. SUSTURULAN VATANDAŞIN GÖLGESİ Toplumsal dokuda bir yara var: kolluk kuvvetlerinin, mahkeme seslerinin, sosyal medya linçlerinin gölgesi, sıradan vatandaşın ağzını kapatıyor. Bazen emekli, sadece bir şüphe ile susturulur; komşusunun ona bakışı, bir iş yerinin kapısında beklerken geçen polis arabası… Bu küçük olayların biriktirdiği korku, daha sonra kurumlara sirayet eder; o kurumlar da konuşan dili susturur. Güven erozyona uğradıkça, adaletin yankısı azalır. YENİDEN GÜVEN İNŞASI Çözüm mü? Basit gibi duran ama derin kökleri olan bir şey: yeniden güven inşa etmek. Güven, para transferiyle gelmez; güven, sözün tutarlılığıyla, hakkaniyetin gösterimiyle gelir. Bir emekli, parasını zamanında alamıyorsa, ona “müjde” söylemek kandırmacadır. Gerçek müjde, tutarlı bir ekonomik plan, yaşam maliyetine uygun düzeyde bir gelir, erişilebilir sağlık ve onurlu bir yaşama dair garanti olmalıdır. DAYANIŞMANIN KIRIK OMUZLARI Bir diğer yöntem de dayanışmayı yeniden inşa etmektir. Komşuluk, paylaşım, yerel ağlar—bunları küçümsemeyin. Mikro dayanışma mekanizmaları, devletin gecikmeli çözümlerine nazaran daha hızlı etki edebilir. Fakat unutulmamalı: dayanışma, bir devletin asli sorumluluğunu ortadan kaldırmaz; o sadece acıyı hafifletir, gücü tamir etmez. GAZETECİNİN SON SİPERİ: VİCDAN Ve gazetecilik… Gazetecinin görevi, yalnızca haber toplamak değil; aynı zamanda toplumsal vicdanı canlı tutmaktır. Emeklinin hikâyesini duyurmak, bir teli çekmek gibidir; o tel, diğer telleri titreştirir. Şayet medya cesaretini kaybederse, toplumun hafızası da geriler; hafıza zayıfladıkça, hesap sorma yetisi de geriler. SUSKUNLUĞUN SONU VE HESAP GÜNÜ Son olarak, emeklinin umutlarıyla oynayanlara şunu söylemek gerek: suskunluk, vazgeçiş değildir; o bir bekleyiştir—ama bekleyişin bir sonu vardır. Bir gün emekli konuşacak; belki fırtınalı, belki sessiz ama kesinlikle derin bir muhasebe ile. O vakit, kamu vicdanı ve hukuk önünde herkesin hesabı sorulacaktır. Bugün mikrofonlara çekimser davranan emeklinin yarınki sesi, belki de en güçlü protestonun kılavuzu olacak. Ve bu ses, sadece politikanın değil, insanlığın da yeniden yazılmasına neden olabilir. UYANMAK, BİR EYLEMDEN FAZLASI Uyanmak, sadece bir eylem değil—aynı zamanda bir vazgeçişin, korkunun, suskunluğun üstüne inşa edilen yeni bir başlangıçtır. Emekli, bunu hak ediyor; çünkü o, bir toplumun geçmişinin ve onurunun taşıyıcısıdır. Onun hak ettiği şey ise, sessiz bir bekleyiş değil; onurlu bir yaşamdır.
Ekleme Tarihi: 02 Kasım 2025 -Pazar

CHP'liler belli medyaların dışında gazetecileri birer böcek gibi görüyor!...

Seçimi kazanırlarsa ilk başları ezilecek olan böcekler yani!..
Ama tersi olursa, kendi başlarına gelecek var, bunu da bilsinler!..
Oysa bakın ben daha geçen gün sokağa çıktım Aydın'da, Aydın Ak Parti'ye dönmüş durumda!..
Sefil emekliler bile artık "AKP" diyor!...

Halk delirmiş bir vaziyette sandık gözlüyor!..

Normal şartlarda AKP'nin seçim kazanması imkansız
CHP'lilerin duruşu da bunu gösteriyor, medyalara karşı çok duyarsızlar

Anketlerdeki açıkara sonuçları görünce de elbette kim takar medyaları
İki haber için uğraşayım, oyumuzu biraz daha artırayım yok.
Seçimleri kazanacaklarından öyle eminler ki!..
Medyaları ve gazetecileri adeta birer böcek gibi görüyorlar

Sadece halka güveniyorlar ve muhtemelen sürekli anketler yaptırıyorlar

Oysa artık para için herşeyini satmaya hazır insanlar var, üç kuruşa seni de satar beni de satar!..
O bakımdan "Halka Güvenmek" artık hiçbirşey ifade etmiyor, halk diye birşey kalmadı çünkü!..

Peki ya bir de devran dönerse
Bak;

1- Emeklilere okkalı bir zam yaparlarsa
2- Ya işçiye-memura okkalı bir zam yaparlarsa
3- Ya özgürlükleri buna istinaden özgür bırakırlarsa
4- Ya bir de yanlışlıkla AB'ye alınırsak
vs, vs, bunlar çoğaltılabilir, hem de çok çoğaltılabilir

Hah işte bunlar olursa CHP de diğer muhalefet partileri de yok olur gider...
Bunlar gerçekleşirse Erdoğan aday olmasa, olamasa da olur...
Kimi aday gösterirse, açık ara alır gider...

Sonrasında ise ne olur biliyor musunuz?
Gazeteciler CHP'lileri böcek gibi görmeye başlar
Anladık mı?

BİR PARKIN BANKINDAKİ SESSİZLİK

Bir parkın bankında otururken, konuşmayan bir kalabalığın köşesinde dolaşıyor gözlerim.
Söz bekler gibi dudaklar, ama ağızlarda bir ağırlık—sessizlik, bir tür temkin.
TuristikPark’ta mikrofon uzattığımda, cevap gelmiyor; geliyorsa da fısıltıyla, bir kapı gıcırdaması gibi.
Konuşmuyorlar çünkü bildikleri kelimeler bile tehlike arz ediyor sanki; bir heceler dizisi, yanlış yere saparsa başlarını yakacak.

İtiraz edecek enerjileri kalmamış değil yalnızca; korku, daha önceki günlerin gölgesinden daha koyu.
Oysa emekli, yaşayan tarih demektir; biriktirdiği anıların ve alın terinin üzerinde türlü hikâyeler taşır.
Bugün o hikâyeler çoğunlukla ‘sus’ emriyle kesilmiş, vicdanlarında küçük birer sineğin uğultusu kadar kalmış.

KORKUNUN GÖLGESİNDE BİR NESİL

“Emeklisinin ölmesini isteyen bir millet var” diye bağırdığınızda, kulağa demagojik gelir belki.
Ama bakın: emekli kendi akranından bile umudunu çekmiş; aynı kaderi paylaşan bir diğeri yanında dururken susuyor.
Neden? Çünkü konuşmanın cezası ağır; sadece bir kaşınma değil, kimlik sorgusu, kameradan geçen bir yüz, bir not defteri, ardından gelen sorular…
Her soru, sanki bir keskin uç; keskinlik, kişiyi yorar, en nihayetinde susturur.

Bu suskunluk kolektif bir teslimiyetin değil—daha ziyade, günlük hayatın örttüğü bir stratejidir.
Çünkü sandık var, umarız orada değişir diye düşünürler; ama sandık, bugünü ısıtmıyor çoğu zaman.
Onlar bekler; beklemek, bir tür tasarruftur; enerji bütçesini koruma yoludur.
Harcamak, cesaret harcamaktır; cesaretin cezası ise belirsizliktir.

TEBESSÜMÜN YARIM KALDIĞI YER

Gözlem, acı bir kâşiftir:
Emeklinin tebessümü artık kısa, yarım; bir espri, hemen ardından “iyi misin?” sorusuyla takip edilir.
“İyi” demek, direnç cümlesine dönüşmüş; “iyi” diyebilmek için çoğu zaman ödün verilir.
Bu, küçük tavizlerin zinciri—her tavizde biraz daha yitirilen bir şey var: onur, haysiyet, hakikatin gölgesi.

SİYASETİN SAHNESİ, HALKIN KÖR NOKTASI

İktidarın ve muhalefetin söylem ustalığı burada işe yaramıyor.
Şölenvari vaatler, kürsü söylevleri, medyada yankılanan vaazlar…
Bunların hepsi halkın vicdanına değil, daha çok kampanya mecralarına dokunuyor.
Emekli, yalnızca bir istatistik değil; onun dertleri reklam vermeyen bir gerçek.
Açlık sınırının altına mahkûm edilen bir kimseye, “müjde” vermek, onu oyalamaktan başka bir şey değildir.

KORKUNUN AKORT ETTİĞİ SESSİZLİK

Daha tuhaf olan şudur: emekli kendi meslektaşından da kuşku duyuyor.
Neden? Çünkü gazeteci de bazen aynı masadan yemek yiyor—hem menü hem hesap ortağı.
Medyanın bir kısmı, hemen yanı başındaki dilin tadını değiştiriyor; şeffaflık yerine şov getiriyor.
Gazetecinin kalemi cılızlaşınca, emeklinin sığınağı da daralıyor.
O zaman emekli, susmayı seçiyor; susmak, belki kendini daha az ifşa ediyor gibi gelmesin mi?

REFAHIN İLLÜZYONU VE GERÇEĞİN FİYATI

İroni burada keskinleşir:
Devlet, “refah” lafını ağızdan eksik etmez; pratikte ise refah, sürekli ileriye atılan bir mirasyedilik gibi dağıtılır—bugün var, yarın yok.
Emekli ise mirasyedi değil; düzenli, öngörülebilir bir destek bekler.
Fakat beklenen destek, sık sık bir illüzyonun pratik karşılığına dönüşür.
Bu da yetmez; bir yandan da sosyal mecralarda, sanki sorun “algı” meselesiymiş gibi tartışılır.
Algı, kısa vadede iş görür; fakat tencereyi kaynatan gerçek paranın yerini tutmaz.

SUSTURULAN VATANDAŞIN GÖLGESİ

Toplumsal dokuda bir yara var: kolluk kuvvetlerinin, mahkeme seslerinin, sosyal medya linçlerinin gölgesi, sıradan vatandaşın ağzını kapatıyor.
Bazen emekli, sadece bir şüphe ile susturulur; komşusunun ona bakışı, bir iş yerinin kapısında beklerken geçen polis arabası…
Bu küçük olayların biriktirdiği korku, daha sonra kurumlara sirayet eder; o kurumlar da konuşan dili susturur.
Güven erozyona uğradıkça, adaletin yankısı azalır.

YENİDEN GÜVEN İNŞASI

Çözüm mü? Basit gibi duran ama derin kökleri olan bir şey: yeniden güven inşa etmek.
Güven, para transferiyle gelmez; güven, sözün tutarlılığıyla, hakkaniyetin gösterimiyle gelir.
Bir emekli, parasını zamanında alamıyorsa, ona “müjde” söylemek kandırmacadır.
Gerçek müjde, tutarlı bir ekonomik plan, yaşam maliyetine uygun düzeyde bir gelir, erişilebilir sağlık ve onurlu bir yaşama dair garanti olmalıdır.

DAYANIŞMANIN KIRIK OMUZLARI

Bir diğer yöntem de dayanışmayı yeniden inşa etmektir.
Komşuluk, paylaşım, yerel ağlar—bunları küçümsemeyin.
Mikro dayanışma mekanizmaları, devletin gecikmeli çözümlerine nazaran daha hızlı etki edebilir.
Fakat unutulmamalı: dayanışma, bir devletin asli sorumluluğunu ortadan kaldırmaz; o sadece acıyı hafifletir, gücü tamir etmez.

GAZETECİNİN SON SİPERİ: VİCDAN

Ve gazetecilik…
Gazetecinin görevi, yalnızca haber toplamak değil; aynı zamanda toplumsal vicdanı canlı tutmaktır.
Emeklinin hikâyesini duyurmak, bir teli çekmek gibidir; o tel, diğer telleri titreştirir.
Şayet medya cesaretini kaybederse, toplumun hafızası da geriler; hafıza zayıfladıkça, hesap sorma yetisi de geriler.

SUSKUNLUĞUN SONU VE HESAP GÜNÜ

Son olarak, emeklinin umutlarıyla oynayanlara şunu söylemek gerek: suskunluk, vazgeçiş değildir; o bir bekleyiştir—ama bekleyişin bir sonu vardır.
Bir gün emekli konuşacak; belki fırtınalı, belki sessiz ama kesinlikle derin bir muhasebe ile.
O vakit, kamu vicdanı ve hukuk önünde herkesin hesabı sorulacaktır.

Bugün mikrofonlara çekimser davranan emeklinin yarınki sesi, belki de en güçlü protestonun kılavuzu olacak.
Ve bu ses, sadece politikanın değil, insanlığın da yeniden yazılmasına neden olabilir.

UYANMAK, BİR EYLEMDEN FAZLASI

Uyanmak, sadece bir eylem değil—aynı zamanda bir vazgeçişin, korkunun, suskunluğun üstüne inşa edilen yeni bir başlangıçtır.
Emekli, bunu hak ediyor; çünkü o, bir toplumun geçmişinin ve onurunun taşıyıcısıdır.
Onun hak ettiği şey ise, sessiz bir bekleyiş değil; onurlu bir yaşamdır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ege7gun.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.