Bir zamanlar sabahın ilk ışıklarıyla gazete bayisinde sıraya giren halk, şimdi cep telefonlarında bile habere ulaşamıyor.
Reklamların, algoritmaların ve marka takıntısının içinde gerçek haber, bir sisin ardında kayboldu.
ARTIK KİMSE HABER OKUMUYOR: DİJİTAL KÖRLEŞMENİN EŞİĞİNDEYİZ
Artık kimse okumuyor, düşünmüyor, sorgulamıyor. Herkes sadece izliyor. Görüntü; yeni tanrı, yeni öğretmen, yeni haberci haline geldi.
Bir zamanlar insanlar sözcüklerle düşünürdü.
Bir cümle kurmak, bir fikri tartmak, bir yazıyı okumak emek isterdi.
Şimdi o emeğin yerini saniyelik kaydırmalar aldı.
Artık düşünen değil, izleyen bir toplumuz.
Video çağındayız — görmenin büyüsüyle düşünmenin külfeti arasında sıkıştık.
GÖZLERİN ESARETİ, KULAKLARIN UYKUDA OLDUĞU DÜNYA
Her gün binlerce video…
Kaza görüntüleri, kavga anları, sarhoş çevirmeleri, asayiş olayları...
Bir ulus, sanki kendi güvenlik kamerasının başında nöbet tutuyor gibi.
Gözler açık ama akıl uykuda.
O kadar hızlı tüketiyoruz ki, artık “ne izledik” değil, “bir şey izledik mi” bile hatırlamıyoruz.
Bir video bitiyor, diğeri başlıyor.
Bir insan düşüyor, biri gülüyor, biri paylaşıyor.
Gerçeklik; mizah, montaj ve sansür arasında eriyip gidiyor.
Artık kimse “doğru mu” diye sormuyor,
“kaç izlenme aldı” diye soruyor.
GÖRÜNTÜNÜN YALANLA İMTİHANI
Eskiden “gözümle gördüm” en güçlü delildi.
Şimdi ise “gördüğün” bile kurgu olabilir.
Bir video montajlanabilir, bir ses değiştirilebilir, bir an manipüle edilebilir.
Ama izleyici sorgulamıyor, çünkü hız düşünceden daha tatlı geliyor.
Gerçek, artık yavaş olduğu için değersiz.
Yalan ise hızlı olduğu için popüler.
SUSKUNLUĞUN ÇIĞLIĞI
Okumak sabır ister, anlamak zaman…
Ama video çağında sabır da zaman da lüks.
Bir insan bir kitabı bitirene kadar bin video izliyor.
Bir kelimenin anlamını düşünene kadar üç “reel” geçiyor.
Ve sonra diyoruz ki “neden bu kadar yüzeyseliz?”
Çünkü derinlik artık “ilgili değil” kutusuna taşındı.
GERÇEĞE DÖNÜŞ MÜMKÜN MÜ?
Belki de yeniden okumayı sevmekle başlar her şey.
Bir haberi sonuna kadar okumak, bir yazıyı sindirerek bitirmek,
bir düşünceyi tartarak paylaşmak…
Ekranlardan kurtulmak değil mesele,
onlara hakim olmak.
Gözlerimizi geri almak.
Bir cümlede kaybolmak.
Bir metinde yeniden insan olmak.
Belki o zaman, “video çağında” bile gerçeğin sesini duyarız.
Çünkü bazen en güçlü görüntü, hiç gösterilmeyen şeydir.
OKUMAK ZOR, GÜVENMEK DAHA ZOR
Eskiden bir haberi okumak için eline gazete alman yeterliydi.
Şimdi ise bir haber sayfasına ulaşmak, deveye hendek atlatmaktan farksız.
Bir haber başlığına tıkladığında önce 30 saniyelik reklam, ardından bir “çerez izni”, sonra bir “abonelik hatırlatması”, en sonunda da “sayfayı yenile” uyarısı…
Sonra mı?
Haberin yarısı eksik, diğeri başka siteden kopyalanmış.
Sözcü, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi markalar hâlâ okunuyor belki…
Ama çoğu zaman insanlar “haber için değil, marka için” tıklıyor.
Yani artık kimse haber okumuyor, sadece markaların yankısını dinliyor.
MARKA DİNİ, ALGORİTMA İMANI
Medya, bir inanç sistemine dönüştü.
Kimisi “Ben Sözcü okurum, başka şeye bakmam” diyor,
kimisi “Sabah’tan başkasına güvenmem” diyor.
Artık “haber okumak” bir tercihten ziyade bir kimlik beyanı oldu.
Gerçekler bile taraf seçmek zorunda bırakıldı.
Oysa haber, markaya değil gerçeğe hizmet eder.
Ama geldiğimiz noktada, medyanın çoğu kendi markasının esiri olmuş durumda.
Kimi okur, “Bizimkiler ne yazmış bakalım” diyerek sadece kendi görüşüne uygun haberlere bakıyor.
Böylece haber, halkı bilgilendirmek yerine kendi yankısını doğrulayan bir aynaya dönüştü.
TELEVİZYONLAR GEÇ, İNTERNET YORGUN
“Televizyonlar var” diyeceksiniz.
Evet var, ama orada da durum farklı değil.
Bir haberi hazırlayıp yayına vermek saatler alıyor.
Bir televizyon spikerinin ağzından çıkmadan önce haber defalarca filtreden geçiyor.
Oysa internet haber sitelerinde bir haberi girmek saniyeler sürüyor.
Ama bu kez de hız, derinliği öldürüyor.
Birinci elden doğrulanmamış bilgiler, “son dakika” etiketiyle servis ediliyor.
Yani biri yavaş, diğeri aceleci; ikisi de güven vermiyor.
HABERİN YORGUN KİTLESİ
Emekli zam haberleri, deprem iddiaları, akaryakıt fiyatlarındaki iniş-çıkışlar…
Artık kimse bu haberleri tıklamıyor.
Neden mi? Çünkü her seferinde aynı yalanlar, aynı “şok gelişmeler” ve aynı “az önce açıklandı” tuzakları.
Gerçekler bu kadar çok tekrarlanıp eğilip bükülünce, inandırıcılığını kaybediyor.
Halk artık sadece “duygusal tatmin” arıyor; haberden değil, teyitten besleniyor.
Kimin yazdığına değil, hangi tarafın işine yaradığına bakıyor.
Bu yüzden medya, hem güvenini hem okurunu kaybediyor.
RADARCI SELO NERDESİN, BUSENİN İŞİ VAR!
Bir zamanlar habercilik “radar gibi” çalışırdı; en ufak sinyali yakalardı.
Şimdi o radarın sesi sustu.
Gerçek gazeteciler, algoritma duvarlarının arkasında görünmez oldu.
“Radarcı Selo” neredesin gerçekten?
Halkın nabzını tutan, sokağın sesini dinleyen, yazarken kalbini de koyan gazeteciler birer birer susturuldu, ya da susturulmaya razı edildi.
“Busenin işi var” derken bile bir ironi gizli…
Herkesin bir bahanesi var artık, kimsenin gerçeğe vakti yok.
Oysa gerçek, tam da orada — ama kimse bakmıyor.
BİR TIKLIK UZAKTA OLAN GERÇEĞE ULAŞMAK BU KADAR ZOR OLMAMALI
Medya raporumuzu sunduk; tablo vahim ama gerçek.
Halk artık haberi okumuyor çünkü inanmıyor.
Haberin içeriği değil, kaynağı tartışılıyor.
Gerçekler artık haber değil, manipülasyon malzemesi.
Bir toplumun hafızası, haberleriyle yaşar.
Ama eğer haber okumayı bırakırsa, kendi geçmişini de unutmaya başlar.
Bizim işimiz haber yazmak değil sadece; gerçeği diri tutmak.
Gerçekten kimsenin okumadığı bir dünyada, habercilik sessiz bir çığlığa dönüşüyor.
