Ümit Yeşildağ
Köşe Yazarı
Ümit Yeşildağ
 

Herşey mükemmel gidiyor, 455 bin ev nasıl da teslim edildi?

Her şey mükemmel gidiyor mu, yoksa mükemmelliğe tahammül mü edilemiyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıyor ve açık, net bir cümle kuruyor. Deprem bölgesi için “Anka kuşu misali yeniden ayağa kalktık” diyor. Hatay’da 455 bininci konutun teslim edileceğini söylüyor. Ve altını çiziyor: “Biz bir şeyi yaparız dersek, Allah’ın izniyle yaparız.” Bu cümle, siyasetin sıradan gürültüsü değildir. Bu cümle, enkazın içinden yükselen bir iddiadır. Ama iddia yükseldikçe, bir yerlerde yüzler asılıyor. Bir yerlerde kalemler sivriliyor. Bir yerlerde “olmaz”, “yetişmez”, “inanmam” korosu başlıyor. Çünkü mesele konut değil. Mesele beton değil. Mesele çivi, çimento, anahtar hiç değil. Mesele şu: Devlet yapabiliyor mu? İktidar sözünü tutabiliyor mu? Bir enkazdan hayat kurulabiliyor mu? İşte tam burada CHP devreye giriyor. Ve Özgür Özel sahneye çıkıyor. Depremden sonra bölgeye gidenlerin bir kısmı gerçekten yardım götürdü. Bir kısmı gerçekten dua etti. Ama bir kısmı da vardı ki, acıyı fon olarak kullandı. Enkazın önünde selfie çekti. Yıkımın ortasında poz verdi. Arkada çökük binalar, önde siyasi vitrin. Şimdi aynı çevreler çıkmış, 455 bin konut meselesinde film çeviriyor. “Kağıt üstünde”, “makyaj”, “algı”, “gösteri” diyorlar. Dillerinde tek bir kelime yok: Helal olsun. Çünkü helal demek, kabul etmektir. Kabul etmek, yenilgidir. Yenilgi ise CHP siyasetinin en sevmediği şeydir. Özgür Özel ne yapıyor? Rakamları küçültüyor. Emeği gölgeliyor. Başarıyı şüpheyle boğmaya çalışıyor. Ama şu soruya cevap vermiyorlar: Eğer bu yapılanlar yok hükmündeyse, siz ne yaptınız? Deprem bölgesinde hangi CHP’li belediye, hangi CHP’li bakan, hangi CHP’li lider çıktı da “şu kadar konut yaptık” diyebildi? Hangi belediye, “biz bu kadar aileyi yuvasına kavuşturduk” diyebildi? Sessizlik. Çünkü CHP’nin siyaset dili yapmak üzerine değil, yapana çamur atmak üzerine kurulu. Anka kuşu metaforu boşuna değil. Anka, küllerden doğar. Ama herkes külden korkar. Çünkü kül, yanmışlığı hatırlatır. Yanmışlık ise gerçeği. Gerçek şudur: Bu ülke, tarihin en büyük afetlerinden birini yaşadı. Ve buna rağmen yüz binlerce konut teslim edildi. Yollar açıldı. Şehirler yeniden çizildi. Hayat, inadına devam ettirildi. Buna sevinmeyenler var. Buna alkış tutmayanlar var. Buna “helal olsun” demekten imtina edenler var. Neden? Çünkü başarı, muhalefetin en büyük korkusudur. Çünkü yapılan her konut, atılan her anahtar, “biz yönetebiliriz” iddiasını boşa düşürür. O yüzden kıskançlıkla çatlıyorlar. O yüzden susamıyorlar. O yüzden her iyi haberi zehirleme telaşındalar. Ama unuttukları bir şey var: Gerçek, ne kadar bağırırsanız bağırın değişmez. Anahtar, anahtardır. Ev, evdir. Ve içine giren aile, siyasetten daha gerçektir. 455 bin ev teslim ediliyorsa, bu bir rakam değil, Milyonlarca hayattır. Ve hayat, algıdan güçlüdür. TERÖRSÜZ TÜRKİYEYİ DE STEMİYORLAR!   Terörsüz Türkiye ve Türkiye Yüzyılı denildiğinde, bazı kulaklar neden çınlıyor, bazı diller neden hemen itirazla doluyor? Çünkü bu iki kavram, sadece birer slogan değil. Bunlar bir istikamet meselesi. Bir niyet beyanı. Ve her niyet beyanı, niyeti olmayanları rahatsız eder. Türkiye yıllardır bir ateş çemberinin içinde yürüdü. Bir yanda terör, bir yanda siyaset; bir yanda silah, diğer yanda sandık. Bu topraklarda kan aktı, analar ağladı, ocaklar söndü. Ve her defasında aynı isimler, aynı masalar, aynı “ama”lar devreye girdi. Şimdi “Terörsüz Türkiye” deniyor. Yani silahların susması. Yani gençlerin dağa değil, hayata yönelmesi. Yani devletin güvenlikle, siyasetin meşruiyetle konuşması. Ama CHP ve Özgür Özel bu başlıkta da huzursuz. Çünkü bu başlık, onların alışık olduğu kaos siyasetini boşa düşürüyor. Bir ülkede çatışma varsa, muhalefet kolaydır. Bağırırsın. Suçlarsın. Parmak sallarsın. Ama çatışma biterse, kan durursa, gözyaşı dinerse… işte o zaman siyaset üretmek zorunda kalır. CHP’nin asıl korkusu budur. “Türkiye Yüzyılı” dendiğinde ise itiraz daha da büyüyor. Çünkü bu ifade, geçmişin travmalarına takılı kalmış bir siyaseti değil, geleceği konuşan bir iradeyi temsil ediyor. Özgür Özel ne yapıyor? Bu iki kavramı da çarpıtmaya çalışıyor. Federasyon imaları, bölünme korkuları, takoz söylemleri… Oysa mesele ne federasyon, ne teslimiyet. Mesele, kanın durması. Ama bu noktada bir çelişki var. Yıllarca “barış” diyenler, şimdi barış ihtimali konuşulunca rahatsız oluyor. Yıllarca “anneler ağlamasın” diyenler, şimdi gözyaşı dinecekse huzursuzlanıyor. Neden? Çünkü bazı siyasetler, acıdan beslenir. Çünkü bazı partiler, kriz olmadan var olamaz. Çünkü bazı liderler, düşman yoksa kendini tanımlayamaz. Cezaevleri meselesi buradan okunmalı. “Cezaevleri boşaldı” deniyor ya; aslında kastedilen şu: Silah bırakılırsa, terör biterse, hukuk başka bir zemine oturur. Ama bu, af romantizmi değil. Bu, toplumsal normalleşme tartışmasıdır. Öcalan meselesi ise özellikle köpürtülüyor. Çünkü bu isim, her tartışmada bir korkuluk gibi kullanılıyor. Gerçek çözüm konuşulmasın diye, semboller üzerinden panik üretiliyor. Kimse “olur biter” kolaycılığıyla devlet yönetmez. Kimse “bırakırız gitsin” diyerek bu ülkenin hafızasını silmez. Ama kimse de sonsuz çatışmayı kutsamaz. Devlet dediğin şey, sadece cezalandıran değil, aynı zamanda dönüştüren bir akıldır. “Kendi kendilerini yönetsinler” gibi cümleler ise bilerek çarpıtılıyor. Yerel yönetim, idari yetki, demokratik katılım gibi kavramlar; hemen bölünme paranoyasına kurban ediliyor. Oysa aynı CHP, yerel yönetimlerde yetki isterken alkış tutuyor, merkezî devlet güçlenince “otoriter” diye bağırıyor. Çifte standart, bu işin özeti. Türkiye Yüzyılı, eski defterleri kapatıp, yeni bir sayfa açma iddiasıdır. Terörsüz Türkiye, o sayfaya kan değil, mürekkep akıtma iradesidir. Ama CHP ve Özgür Özel için bu sayfa tehlikelidir. Çünkü bu sayfada eski sloganlar tutmaz. Bu sayfada ezberler işlemez. Bu sayfada sürekli itiraz edenler değil, çözüm üretenler konuşur. Ve işte tam bu yüzden, her taşın altından bir kulp, her umuttan bir tehdit çıkarmaya çalışıyorlar. Oysa gerçek çok basit: Bu ülke artık cenaze siyaseti istemiyor. Bu ülke artık yas üzerinden muhalefet görmek istemiyor. Bu ülke, kan ve gözyaşı yerine, gelecek ve istikrar konuşmak istiyor. Türkiye Yüzyılı, bağıranların değil, inşa edenlerin yüzyılı olacak. Ve en çok da buna tahammül edemeyenler, yüksek sesle itiraz edenler olacak. ASGARİ ÜCRET MAKUL RAKAM, EMEKLİLER DAHA NE İSTİYOR Kİ!   Asgari ücret makul mü, emekliler daha ne istiyor, maaş alabildiklerine dua etsinler? CHP olsaydı maaş bile alamazlardı!. Asıl soru ise şu: Bu ülkede tartıyı kim kuruyor, teraziyi kim tutuyor? Bugün asgari ücret konuşuluyor. Rakamlar havada uçuşuyor. CHP ve Özgür Özel, her zamanki gibi kürsüden kürsüye koşup “yetmez” diye bağırıyor. Ama aynı CHP, aynı Özgür Özel, iktidar olsaydı ne olurdu sorusuna tek kelime cevap veremiyor. Çünkü o ihtimal, bir boşlukla başlıyor. Bir çöküşle. Bir “yetişemedik” hikâyesiyle. Düşünün. 6 Şubat depremleri yaşanmış. Enkaz var. Ateş var. Feryat var. Ve iktidarda CHP var. Bırakın konut yapmayı, bırakın anahtar teslim etmeyi, cesetlerin bile çıkarılamadığı bir tabloyla karşı karşıya kalacaktık. Koordinasyon yok. Karar yok. Sorumluluk yok. Sadece açıklama var, tweet var, basın toplantısı var. Çünkü CHP kriz yönetemez. CHP sadece krizden beslenir. Bugün “asgari ücret düşük” diye feryat edenler, yarın iktidara gelseydi, asgari ücret diye bir şey konuşulmayacaktı. Çünkü ekonomi ayakta duramayacaktı. Asgari ücret, bir binanın giriş katıdır. Emekli maaşı, o binanın üst katları. Ekonomi ise temeldir. Temel yoksa kat da yoktur. Kat yoksa maaş da yoktur. CHP’nin anlamadığı — ya da anlamak istemediği — tam olarak budur. Özgür Özel konuşuyor. Rakam söylüyor. “Yetmez” diyor. “Olmaz” diyor. Peki soralım: CHP iktidarında bu para nereden gelecekti? Üretim yok. Yatırım düşmanlığı var. Özel sektörle kavga var. Devletle mesafe var. Sermayeyle ideolojik didişme var. Böyle bir tabloda bırakın maaş artışını, maaş ödeyebilmek bile mucize olurdu. Emekliler üzerinden siyaset yapıyorlar. Ama emekliliği ayakta tutan şey, çalışanların ödediği primdir. Çalışanı ayakta tutan şey, işverendir. İşvereni ayakta tutan şey, ekonomidir. Ekonomiyi ayakta tutan şey ise istikrardır. CHP’nin olduğu yerde istikrar olmaz. Çünkü CHP’nin siyaseti, yangına benzinle gitmektir. Beka meselesi hafife alınıyor. Ama bu ülke, bir gecede savrulacak bir ülke değil. Yanlış bir yönetim, yanlış bir refleks, yanlış bir ittifak; ülkeyi ateşe atmaya yeter. CHP iktidarında ne olurdu biliyor musunuz? Sokaklar karışırdı. Piyasalar kilitlenirdi. Yabancı sermaye kaçar, yerli sermaye saklanırdı. Ve sonra çıkıp “neden böyle oldu” diye ağlarlardı. Bugün “asgari ücret yetmiyor” diye bağıranlar, o gün “devlet kasası boş” masalını anlatacaktı. Özgür Özel’in siyaseti, sorumluluk almadan konuşma siyasetidir. Yük taşımadan bağırma siyasetidir. Geminin dümenine geçmeden, kaptanı eleştirme siyasetidir. Ama deniz fırtınalıdır. Bu gemi oyuncak değildir. Ve Türkiye, ideolojik heveslere emanet edilecek bir ülke değildir. Asgari ücret bugün ödeniyorsa, emekli maaşı her ay yatıyorsa, deprem bölgesinde evler yükseliyorsa, bu istikrarın eseridir. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Ama gerçek budur. CHP’nin hayali vaatleriyle karın doymuyor. Özgür Özel’in kürsü öfkesiyle maaş ödenmiyor. Sosyal medya sloganlarıyla enkaz kaldırılmıyor. Türkiye, hamasetle değil, hesapla kitapla yönetiliyor. Ve bazıları bunu asla kabullenemiyor. Çünkü iktidar hayali kurmak kolay, iktidar sorumluluğu taşımak zordur. İşte asıl fark burada.
Ekleme Tarihi: 29 Aralık 2025 -Pazartesi

Herşey mükemmel gidiyor, 455 bin ev nasıl da teslim edildi?

Her şey mükemmel gidiyor mu, yoksa mükemmelliğe tahammül mü edilemiyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıyor ve açık, net bir cümle kuruyor.
Deprem bölgesi için “Anka kuşu misali yeniden ayağa kalktık” diyor.
Hatay’da 455 bininci konutun teslim edileceğini söylüyor.
Ve altını çiziyor: “Biz bir şeyi yaparız dersek, Allah’ın izniyle yaparız.”

Bu cümle, siyasetin sıradan gürültüsü değildir.
Bu cümle, enkazın içinden yükselen bir iddiadır.

Ama iddia yükseldikçe, bir yerlerde yüzler asılıyor.
Bir yerlerde kalemler sivriliyor.
Bir yerlerde “olmaz”, “yetişmez”, “inanmam” korosu başlıyor.

Çünkü mesele konut değil.
Mesele beton değil.
Mesele çivi, çimento, anahtar hiç değil.

Mesele şu:
Devlet yapabiliyor mu?
İktidar sözünü tutabiliyor mu?
Bir enkazdan hayat kurulabiliyor mu?

İşte tam burada CHP devreye giriyor.
Ve Özgür Özel sahneye çıkıyor.

Depremden sonra bölgeye gidenlerin bir kısmı gerçekten yardım götürdü.
Bir kısmı gerçekten dua etti.
Ama bir kısmı da vardı ki, acıyı fon olarak kullandı.
Enkazın önünde selfie çekti.
Yıkımın ortasında poz verdi.
Arkada çökük binalar, önde siyasi vitrin.

Şimdi aynı çevreler çıkmış, 455 bin konut meselesinde film çeviriyor.
“Kağıt üstünde”, “makyaj”, “algı”, “gösteri” diyorlar.
Dillerinde tek bir kelime yok: Helal olsun.

Çünkü helal demek, kabul etmektir.
Kabul etmek, yenilgidir.
Yenilgi ise CHP siyasetinin en sevmediği şeydir.

Özgür Özel ne yapıyor?
Rakamları küçültüyor.
Emeği gölgeliyor.
Başarıyı şüpheyle boğmaya çalışıyor.

Ama şu soruya cevap vermiyorlar:
Eğer bu yapılanlar yok hükmündeyse,
siz ne yaptınız?

Deprem bölgesinde hangi CHP’li belediye, hangi CHP’li bakan, hangi CHP’li lider çıktı da “şu kadar konut yaptık” diyebildi?
Hangi belediye, “biz bu kadar aileyi yuvasına kavuşturduk” diyebildi?

Sessizlik.

Çünkü CHP’nin siyaset dili yapmak üzerine değil,
yapana çamur atmak üzerine kurulu.

Anka kuşu metaforu boşuna değil.
Anka, küllerden doğar.
Ama herkes külden korkar.
Çünkü kül, yanmışlığı hatırlatır.
Yanmışlık ise gerçeği.

Gerçek şudur:
Bu ülke, tarihin en büyük afetlerinden birini yaşadı.
Ve buna rağmen yüz binlerce konut teslim edildi.
Yollar açıldı.
Şehirler yeniden çizildi.
Hayat, inadına devam ettirildi.

Buna sevinmeyenler var.
Buna alkış tutmayanlar var.
Buna “helal olsun” demekten imtina edenler var.

Neden?
Çünkü başarı, muhalefetin en büyük korkusudur.
Çünkü yapılan her konut, atılan her anahtar, “biz yönetebiliriz” iddiasını boşa düşürür.

O yüzden kıskançlıkla çatlıyorlar.
O yüzden susamıyorlar.
O yüzden her iyi haberi zehirleme telaşındalar.

Ama unuttukları bir şey var:
Gerçek, ne kadar bağırırsanız bağırın değişmez.
Anahtar, anahtardır.
Ev, evdir.
Ve içine giren aile, siyasetten daha gerçektir.

455 bin ev teslim ediliyorsa,
bu bir rakam değil,
Milyonlarca hayattır.

Ve hayat, algıdan güçlüdür.

TERÖRSÜZ TÜRKİYEYİ DE STEMİYORLAR!
 

Terörsüz Türkiye ve Türkiye Yüzyılı denildiğinde, bazı kulaklar neden çınlıyor, bazı diller neden hemen itirazla doluyor?

Çünkü bu iki kavram, sadece birer slogan değil.
Bunlar bir istikamet meselesi.
Bir niyet beyanı.
Ve her niyet beyanı, niyeti olmayanları rahatsız eder.

Türkiye yıllardır bir ateş çemberinin içinde yürüdü.
Bir yanda terör, bir yanda siyaset;
bir yanda silah, diğer yanda sandık.
Bu topraklarda kan aktı, analar ağladı, ocaklar söndü.
Ve her defasında aynı isimler, aynı masalar, aynı “ama”lar devreye girdi.

Şimdi “Terörsüz Türkiye” deniyor.
Yani silahların susması.
Yani gençlerin dağa değil, hayata yönelmesi.
Yani devletin güvenlikle, siyasetin meşruiyetle konuşması.

Ama CHP ve Özgür Özel bu başlıkta da huzursuz.
Çünkü bu başlık, onların alışık olduğu kaos siyasetini boşa düşürüyor.

Bir ülkede çatışma varsa, muhalefet kolaydır.
Bağırırsın.
Suçlarsın.
Parmak sallarsın.

Ama çatışma biterse,
kan durursa,
gözyaşı dinerse…
işte o zaman siyaset üretmek zorunda kalır.

CHP’nin asıl korkusu budur.

“Türkiye Yüzyılı” dendiğinde ise itiraz daha da büyüyor.
Çünkü bu ifade, geçmişin travmalarına takılı kalmış bir siyaseti değil,
geleceği konuşan bir iradeyi temsil ediyor.

Özgür Özel ne yapıyor?
Bu iki kavramı da çarpıtmaya çalışıyor.
Federasyon imaları, bölünme korkuları, takoz söylemleri…

Oysa mesele ne federasyon, ne teslimiyet.
Mesele, kanın durması.

Ama bu noktada bir çelişki var.
Yıllarca “barış” diyenler,
şimdi barış ihtimali konuşulunca rahatsız oluyor.
Yıllarca “anneler ağlamasın” diyenler,
şimdi gözyaşı dinecekse huzursuzlanıyor.

Neden?

Çünkü bazı siyasetler, acıdan beslenir.
Çünkü bazı partiler, kriz olmadan var olamaz.
Çünkü bazı liderler, düşman yoksa kendini tanımlayamaz.

Cezaevleri meselesi buradan okunmalı.
“Cezaevleri boşaldı” deniyor ya;
aslında kastedilen şu:
Silah bırakılırsa,
terör biterse,
hukuk başka bir zemine oturur.

Ama bu, af romantizmi değil.
Bu, toplumsal normalleşme tartışmasıdır.

Öcalan meselesi ise özellikle köpürtülüyor.
Çünkü bu isim, her tartışmada bir korkuluk gibi kullanılıyor.
Gerçek çözüm konuşulmasın diye, semboller üzerinden panik üretiliyor.

Kimse “olur biter” kolaycılığıyla devlet yönetmez.
Kimse “bırakırız gitsin” diyerek bu ülkenin hafızasını silmez.
Ama kimse de sonsuz çatışmayı kutsamaz.

Devlet dediğin şey,
sadece cezalandıran değil,
aynı zamanda dönüştüren bir akıldır.

“Kendi kendilerini yönetsinler” gibi cümleler ise bilerek çarpıtılıyor.
Yerel yönetim, idari yetki, demokratik katılım gibi kavramlar;
hemen bölünme paranoyasına kurban ediliyor.

Oysa aynı CHP,
yerel yönetimlerde yetki isterken alkış tutuyor,
merkezî devlet güçlenince “otoriter” diye bağırıyor.

Çifte standart, bu işin özeti.

Türkiye Yüzyılı,
eski defterleri kapatıp,
yeni bir sayfa açma iddiasıdır.

Terörsüz Türkiye,
o sayfaya kan değil,
mürekkep akıtma iradesidir.

Ama CHP ve Özgür Özel için bu sayfa tehlikelidir.
Çünkü bu sayfada eski sloganlar tutmaz.
Bu sayfada ezberler işlemez.
Bu sayfada sürekli itiraz edenler değil,
çözüm üretenler konuşur.

Ve işte tam bu yüzden,
her taşın altından bir kulp,
her umuttan bir tehdit çıkarmaya çalışıyorlar.

Oysa gerçek çok basit:
Bu ülke artık cenaze siyaseti istemiyor.
Bu ülke artık yas üzerinden muhalefet görmek istemiyor.
Bu ülke, kan ve gözyaşı yerine,
gelecek ve istikrar konuşmak istiyor.

Türkiye Yüzyılı,
bağıranların değil,
inşa edenlerin yüzyılı olacak.

Ve en çok da buna tahammül edemeyenler,
yüksek sesle itiraz edenler olacak.

ASGARİ ÜCRET MAKUL RAKAM, EMEKLİLER DAHA NE İSTİYOR Kİ!
 

Asgari ücret makul mü, emekliler daha ne istiyor, maaş alabildiklerine dua etsinler?
CHP olsaydı maaş bile alamazlardı!.

Asıl soru ise şu: Bu ülkede tartıyı kim kuruyor, teraziyi kim tutuyor?

Bugün asgari ücret konuşuluyor.
Rakamlar havada uçuşuyor.
CHP ve Özgür Özel, her zamanki gibi kürsüden kürsüye koşup “yetmez” diye bağırıyor.
Ama aynı CHP, aynı Özgür Özel, iktidar olsaydı ne olurdu sorusuna tek kelime cevap veremiyor.

Çünkü o ihtimal, bir boşlukla başlıyor.
Bir çöküşle.
Bir “yetişemedik” hikâyesiyle.

Düşünün.
6 Şubat depremleri yaşanmış.
Enkaz var.
Ateş var.
Feryat var.

Ve iktidarda CHP var.

Bırakın konut yapmayı,
bırakın anahtar teslim etmeyi,
cesetlerin bile çıkarılamadığı bir tabloyla karşı karşıya kalacaktık.
Koordinasyon yok.
Karar yok.
Sorumluluk yok.
Sadece açıklama var, tweet var, basın toplantısı var.

Çünkü CHP kriz yönetemez.
CHP sadece krizden beslenir.

Bugün “asgari ücret düşük” diye feryat edenler,
yarın iktidara gelseydi,
asgari ücret diye bir şey konuşulmayacaktı.
Çünkü ekonomi ayakta duramayacaktı.

Asgari ücret, bir binanın giriş katıdır.
Emekli maaşı, o binanın üst katları.
Ekonomi ise temeldir.

Temel yoksa kat da yoktur.
Kat yoksa maaş da yoktur.

CHP’nin anlamadığı — ya da anlamak istemediği — tam olarak budur.

Özgür Özel konuşuyor.
Rakam söylüyor.
“Yetmez” diyor.
“Olmaz” diyor.

Peki soralım:
CHP iktidarında bu para nereden gelecekti?

Üretim yok.
Yatırım düşmanlığı var.
Özel sektörle kavga var.
Devletle mesafe var.
Sermayeyle ideolojik didişme var.

Böyle bir tabloda bırakın maaş artışını,
maaş ödeyebilmek bile mucize olurdu.

Emekliler üzerinden siyaset yapıyorlar.
Ama emekliliği ayakta tutan şey, çalışanların ödediği primdir.
Çalışanı ayakta tutan şey, işverendir.
İşvereni ayakta tutan şey, ekonomidir.
Ekonomiyi ayakta tutan şey ise istikrardır.

CHP’nin olduğu yerde istikrar olmaz.
Çünkü CHP’nin siyaseti, yangına benzinle gitmektir.

Beka meselesi hafife alınıyor.
Ama bu ülke, bir gecede savrulacak bir ülke değil.
Yanlış bir yönetim, yanlış bir refleks, yanlış bir ittifak;
ülkeyi ateşe atmaya yeter.

CHP iktidarında ne olurdu biliyor musunuz?
Sokaklar karışırdı.
Piyasalar kilitlenirdi.
Yabancı sermaye kaçar, yerli sermaye saklanırdı.
Ve sonra çıkıp “neden böyle oldu” diye ağlarlardı.

Bugün “asgari ücret yetmiyor” diye bağıranlar,
o gün “devlet kasası boş” masalını anlatacaktı.

Özgür Özel’in siyaseti,
sorumluluk almadan konuşma siyasetidir.
Yük taşımadan bağırma siyasetidir.
Geminin dümenine geçmeden, kaptanı eleştirme siyasetidir.

Ama deniz fırtınalıdır.
Bu gemi oyuncak değildir.
Ve Türkiye, ideolojik heveslere emanet edilecek bir ülke değildir.

Asgari ücret bugün ödeniyorsa,
emekli maaşı her ay yatıyorsa,
deprem bölgesinde evler yükseliyorsa,
bu istikrarın eseridir.

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz.
Ama gerçek budur.

CHP’nin hayali vaatleriyle karın doymuyor.
Özgür Özel’in kürsü öfkesiyle maaş ödenmiyor.
Sosyal medya sloganlarıyla enkaz kaldırılmıyor.

Türkiye, hamasetle değil,
hesapla kitapla yönetiliyor.

Ve bazıları bunu asla kabullenemiyor.
Çünkü iktidar hayali kurmak kolay,
iktidar sorumluluğu taşımak zordur.

İşte asıl fark burada.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ege7gun.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.