Ümit Yeşildağ
Köşe Yazarı
Ümit Yeşildağ
 

Hürriyetin makbuz kestiği ülke: Türkiye!..

Bu memleketin gündemi artık haber değil, fragman gibi akıyor. Yurttaş, üçüncü köprünün ortasında durmuş, trafiği değil kendini kilitlemiş. Selfie başlatmış. Yetmemiş. Sonra bunları sosyal medyada boy boy servis etmiş. Köprü geçişi değil, benlik geçidi sanki. Herkes bir anıtın önünde değil; anıt olmak derdinde. Ardından başka bir “büyük” haber düşmüş ekrana. Sarı, tatlı, tosuncuk bir hayvan. Satın alabilmek için el kol kırarak pazarlığa girişen vatandaşlar. Etin kilosu cep yakıyor ama pazarlık ateşi hâlâ harlı. Kırılan kol, çıkan ses değil; aklın kemikleri. Sonra müjdeler geliyor. Memura tatil dokuz gün. Emekliye maaş on gün erken. Ulusal medyanın kalın puntolu sevinç manşetleri bunlar. Takvimle oynayıp refah üreten bir sihir gibi. Para artmıyor ama günler yer değiştirince bayram havası esiyor. Bizim sokağa dönünce tablo değişiyor. Açlık sınırı otuz bin. Yoksulluk yüz dokuz bin. Emeklinin eline geçen on altı bin sekiz yüz. Ocak sonunda belki on sekiz. İşçinin yirmi sekiz. Rakamlar konuşuyor ama kimse dinlemiyor. Çünkü sayılar bağırınca kulaklar kapanıyor bu ülkede. Bir de yeni slogan var: “Dumansız Türkiye.” İroninin dumanı buraya kadar geliyor. İnsanları duman etmişsin, darmadağın etmişsin. Emekli dedeler Ulus’un izbe otellerinde titreyerek, maaşının yarısını rutubete bırakırken; yukarıdan “dumansızlık” öğütleri geliyor. Ne sigarası, ne dumanı… Uyuşturucu müptelası sayısı bir yılda yüzde elli bir artmış. Onlara göre dumansız, bize göre toz duman bir memleket. Biri çıkıp diyor ki: “Bak yazabiliyorsun. İçeri atan da yok.” Şükür cümlesi hazır: Yarabbi şükür. Bayraklı demokrasiye hoş geldiniz. Allah zeval vermesin. Hürriyet artık bir lütuf gibi sunuluyor; nefes almak bile makbuzlu. Sonra sahne değişiyor. İnsanlık sınavı başlıyor. Dünya servetini önüne sermişler birinin. “Gel, şu karıncayı ez” demişler. Bir servete bakmış. Bir de cana. Kıyamamış. İnsanlık onuruna yakıştıramamış. Çünkü hâlâ insan kalabilmiş. Bir arkadaşla konuşuyorum. “Yola çıkarsak, beni satar mısın?” diye soruyorum. “Kolay kolay satmam,” diyor. “Ama benim ve ailemin hayatını kurtaracak bir rakamsa… onu bilemem.” Dürüstlük bazen cevabın kendisi oluyor. İnsan, sınırını itiraf ettiği kadar temiz kalıyor. Bir başka hikâye daha dinliyorum. Ailesinden biri suç işlemiş. Yalancı şahitler ayarlanmış. Suç, çaresiz bir mazlumun sırtına yüklenmiş. Para var, güç var, adalet masada ama başka tarafa bakıyor. “Ben insanım,” diyor adam. “Yanlış yapan canım olsa, hakkaniyetten ayrılmam.” İnsan olmak bazen en pahalı tercih bu ülkede. Derken bir veli çıkıyor karşıma. “Enişte,” diyor. Sebebini soruyorum. “Adem’den değil miyiz? Hep kardeşiz.” Dur diyorum. “Badem’i sevdim ama Adem’e hiç ısınamadım.” Gülüyor. Gün görmüş, felekle pazarlık yapmış biri. Bir sigara yakıyor. Yorgun ama yüzünde hâlâ bir tebessüm. Dumanını üfleyerek uzaklaşıyor. Memleket böyle işte. Bir yanda selfieyle tarihe not düştüğünü sananlar. Bir yanda karıncayı ezmeyenler. Gündem gürültülü, hayat sessiz. Ve biz, bu kalabalığın ortasında hâlâ şu sorunun cevabını arıyoruz: İnsan kalmak hâlâ mümkün mü?
Ekleme Tarihi: 28 Aralık 2025 -Pazar

Hürriyetin makbuz kestiği ülke: Türkiye!..

Bu memleketin gündemi artık haber değil, fragman gibi akıyor.
Yurttaş, üçüncü köprünün ortasında durmuş, trafiği değil kendini kilitlemiş. Selfie başlatmış. Yetmemiş. Sonra bunları sosyal medyada boy boy servis etmiş. Köprü geçişi değil, benlik geçidi sanki. Herkes bir anıtın önünde değil; anıt olmak derdinde.

Ardından başka bir “büyük” haber düşmüş ekrana. Sarı, tatlı, tosuncuk bir hayvan. Satın alabilmek için el kol kırarak pazarlığa girişen vatandaşlar. Etin kilosu cep yakıyor ama pazarlık ateşi hâlâ harlı. Kırılan kol, çıkan ses değil; aklın kemikleri.

Sonra müjdeler geliyor.
Memura tatil dokuz gün.
Emekliye maaş on gün erken.
Ulusal medyanın kalın puntolu sevinç manşetleri bunlar. Takvimle oynayıp refah üreten bir sihir gibi. Para artmıyor ama günler yer değiştirince bayram havası esiyor.

Bizim sokağa dönünce tablo değişiyor.
Açlık sınırı otuz bin.
Yoksulluk yüz dokuz bin.
Emeklinin eline geçen on altı bin sekiz yüz. Ocak sonunda belki on sekiz.
İşçinin yirmi sekiz.
Rakamlar konuşuyor ama kimse dinlemiyor. Çünkü sayılar bağırınca kulaklar kapanıyor bu ülkede.

Bir de yeni slogan var: “Dumansız Türkiye.”
İroninin dumanı buraya kadar geliyor.
İnsanları duman etmişsin, darmadağın etmişsin. Emekli dedeler Ulus’un izbe otellerinde titreyerek, maaşının yarısını rutubete bırakırken; yukarıdan “dumansızlık” öğütleri geliyor.
Ne sigarası, ne dumanı…
Uyuşturucu müptelası sayısı bir yılda yüzde elli bir artmış.
Onlara göre dumansız, bize göre toz duman bir memleket.

Biri çıkıp diyor ki:
“Bak yazabiliyorsun. İçeri atan da yok.”
Şükür cümlesi hazır: Yarabbi şükür.
Bayraklı demokrasiye hoş geldiniz. Allah zeval vermesin.
Hürriyet artık bir lütuf gibi sunuluyor; nefes almak bile makbuzlu.

Sonra sahne değişiyor.
İnsanlık sınavı başlıyor.
Dünya servetini önüne sermişler birinin.
“Gel, şu karıncayı ez” demişler.
Bir servete bakmış.
Bir de cana.
Kıyamamış.
İnsanlık onuruna yakıştıramamış.
Çünkü hâlâ insan kalabilmiş.

Bir arkadaşla konuşuyorum.
“Yola çıkarsak, beni satar mısın?” diye soruyorum.
“Kolay kolay satmam,” diyor.
“Ama benim ve ailemin hayatını kurtaracak bir rakamsa… onu bilemem.”
Dürüstlük bazen cevabın kendisi oluyor. İnsan, sınırını itiraf ettiği kadar temiz kalıyor.

Bir başka hikâye daha dinliyorum.
Ailesinden biri suç işlemiş.
Yalancı şahitler ayarlanmış.
Suç, çaresiz bir mazlumun sırtına yüklenmiş.
Para var, güç var, adalet masada ama başka tarafa bakıyor.
“Ben insanım,” diyor adam.
“Yanlış yapan canım olsa, hakkaniyetten ayrılmam.”
İnsan olmak bazen en pahalı tercih bu ülkede.

Derken bir veli çıkıyor karşıma.
“Enişte,” diyor.
Sebebini soruyorum.
“Adem’den değil miyiz? Hep kardeşiz.”
Dur diyorum.
“Badem’i sevdim ama Adem’e hiç ısınamadım.”
Gülüyor.
Gün görmüş, felekle pazarlık yapmış biri.
Bir sigara yakıyor.
Yorgun ama yüzünde hâlâ bir tebessüm.
Dumanını üfleyerek uzaklaşıyor.

Memleket böyle işte.
Bir yanda selfieyle tarihe not düştüğünü sananlar.
Bir yanda karıncayı ezmeyenler.
Gündem gürültülü, hayat sessiz.
Ve biz, bu kalabalığın ortasında hâlâ şu sorunun cevabını arıyoruz:
İnsan kalmak hâlâ mümkün mü?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ege7gun.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.