Rıdvan Eşin…
Onu tanımlamak için iki kelime yetiyor aslında:
Dinibütün… ama bir o kadar da keyfine düşkün.
İnsan böyle dualiteyi bir arada görünce ister istemez düşünüyor:
“Bu adam sabah tesbih çeker, akşam çikolatalı profiterole dalar” gibi bir hava var üzerinde.
Ve evet, çok zengin.
Ama sıradan bir zenginlik değil bu…
Öyle kahve köşesinde “Abi iyi kazanıyorum ya” diye hava atan türden değil.
Bu daha başka bir lig.
Belki de “servetin gölgesiyle hava serinletme” seviyesinde.
Aydın’da çok kişiye iyilik yaptı.
Buna ben de dahilim.
Fakat yaptığı iyilik… hani şu vefa gerektiren, insanı bir çay içmeye çağıran türden değil.
Tam tersine…
“Al bunu da hayatına bak, ama benimle fazla konuşma” konsepti gibi.
Birine yardım ediyor ama sonra telefonuna çıkmıyor.
Bir daha yüzünü göstermiyor.
İnsanın aklına şu cümle geliyor:
“Bu iyilik değil, bu servetle verilen bir selam tokadı.”
Çünkü böyle hareketlerin alt metni bellidir:
“Bak ben öyle zenginim ki, istersen seni sadece cüzdanımın gölgesinde bile boğarım.”
Bu, iyilikten çok güç gösterisine benzeyen, merhametin içine karıştırılmış bir üstünlük sosudur.
Üstelik kendisi hukukçu.
Avukat yani.
Aklı, zekâsı, hukuki kavrayışı yerinde.
Dost Parti’yi kurdu.
Ama gel gör ki… Aydın siyasetinde bir türlü tutmadı.
BBP’de istediğini bulamadı, kendi partisinde istediğini oluşturamadı.
Bir türlü toprağa sağlam bir kök salamadı.
Sanki hep rüzgârın yönüne göre dalları oynayan bir ağaç gibiydi.
Ve şimdi…
Zenginlerin mabedi haline gelen Almira Otel’de basın toplantısı yapacakmış.
İçimden gelen ilk tepki:
“Aman ne büyük sürpriz(!)”
Zenginler neredeyse orada olur zaten.
Şaşırmak için sebep yok.
Basın toplantısının adresi bile karakter analizini tamamlıyor aslında:
“Herkes bulunduğu seviyede nefes alır.”
Benim bu tür insanlarla işim olmaz.
Paranın gölgesini, gücün buharını, sermayenin kibirle karıştırılmış parfümünü sevmem.
Ve kendisine söylemek isterim:
“Sayın Eşin, paranın yetmediği, gücün sökmediği, zenginliğin kimseyi etkileyemediği ana düştüğünüz gün… işte o gün yanınızda olmaya hazırım.”
Çünkü o gün, belki de hayatınızda ilk defa samimiyetle konuşacak hâle gelirsiniz.
Para sustuğunda, insan konuşur.
Bir Parantez: Dişçi Meselesine de Gelelim…
Madem memlekette herkes kendi gözlüğünden yorum yapıyor, ben de kendi merceğimi koyayım:
Dişçi haklıydı.
Kadınların anlattığı hikâyelerin çoğu, sosyal medyanın köpüğüyle birlikte şişip taşan türden.
Bir dişçinin yaptığı rutin işlem, bir anda suç dosyası gibi anlatılıyor.
Bu artık klasikleşti:
Gerçek kenarda durur, bağıran taraf gündemi ele geçirir.
Dişçi işini yapmış, prosedürü uygulamış…
Ama anlatan kişi olayı öyle süslemiş ki, sanki adam ultrasonla gezegen tarıyor.
Kime sorsan kadın haklı; çünkü bu ülkede bağıran önce haklı sayılıyor.
Ama hayır…
Bu sefer durum net:
Haksızlık kadının tarafında, doğruluk dişçinin elinde duruyor.
Adalet bazen sessizdir.
Bağıranlar değil, sakin kalanlar doğru çıkar.
Sonuç
Rıdvan Eşin’in karakteri, zenginliğin duvarlarına yazılmış bir not gibi:
Bir yanda iyilik, diğer yanda güç gösterisi.
Bir yanda dindarlık, diğer yanda eğlenceli bir hayat tutkusu.
Bir yanda akıl, diğer yanda yanlış tercihlerin gölgesi.
Kısacası:
Zenginliği büyük, etkisi küçük bir hikâye.
Ve bilsin ki:
Bir gün para sustuğunda, insan devreye girdiğinde, samimiyet rol alınca…
İşte o gün yanında olurum.
