Yormayın kendinizi, beyhude bunlar beyhude!..
Onyıllardır işçinin-emeklinin-dar gelirlinin yanında oldunuz.
Sağolun-Varolun, eksik olmayın ama
Ama artık bırakın, yapmayın!
Neden?
Çünkü dinleyen yok, ayrıca tüm STK'lar sizler de bırakın, takan oldu mu?
Hayır!..
Olacak mı?
Hayır!..
O zaman susun
Susun çünkü verdiğiniz bilgilerle sadece "Bunların farkındayız" diyorlar!..
Farkındalık yaratıyorsunuz!..
O kadar!..
Sessizlik lütfen
CHP; sen de mitinglere ara ver,
Diğer siyasi partiler de
Susun, sessizlik!..
Zaten görmüyor, duymuyor, konuşmuyorlar...
Körelsinler
Ülkede ne oluyor ne bitiyor bilmesinler
Yan gelip yatsınlar
Yiye yiye şişip gebersinler...
DOYMAYANLAR, YAĞDAN-BALDAN ELİNİ ÇEKMESİN YESİNLER!..
Bir ülkede aynı cümleler kırk yıldır tekrar ediliyorsa, sorun cümlenin kendisi değildir.
Sorun, o cümlelerin artık kimseye dokunmamasıdır.
Sendikalar konuşur.
CHP konuşur.
STK’lar konuşur.
Herkes konuşur.
Herkes haklıdır.
Herkes “yanındayız” der.
Ama işçi yine sabah karanlığında uyanır.
Emekli yine pazarda etikete bakar, sonra cebine.
Dar gelirli yine ayın kaçında nefesinin daralacağını hesaplar.
O yüzden artık bırakın.
Gerçekten bırakın.
Çünkü dinleyen yok.
Çünkü duyan yok.
Çünkü her itiraz, “farkındayız” denilen o büyük boşluğa düşüyor.
Bu ülkede farkındalık, bir çözüm değil;
uzatılmış bir oyalama biçimidir.
Bilmek yetmez.
Bilip hiçbir şey yapmamak, bilmemekten daha ağırdır.
Mitingler yapılır.
Açıklamalar okunur.
Dosyalar hazırlanır.
Sonra?
Hiçbir şey.
Çünkü bu düzen, gürültüyü seviyor.
Gürültü olunca rahatlıyor.
Gürültü olunca “bak, demokrasi var” diyebiliyor.
Ama gerçek hayat sessizdir.
Gerçek hayat bağırmaz.
Gerçek hayat rakamlarla konuşur.
İşte o rakamların ortasında çalışan vardır.
İşçi vardır.
Emekli vardır.
Dar gelirli vardır.
Kimi zaman bir fabrikada,
kimi zaman bir dükkânda,
kimi zaman bir muayenehanede.
Hepsi aynı deftere bakar:
kira, fatura, vergi, mutfak.
Ama bu defter kimsenin ilgisini çekmez.
Çünkü defter slogan atmaz.
Çünkü defter alkış toplamaz.
Kalabalık, bağıranı sever.
Kalabalık, basit hikâyeleri sever.
Kalabalık, karmaşık gerçeği bir kişiye yıkmayı sever.
Oysa bu ülkede ayakta kalan herkes, aynı yükü taşır.
Çalışan suçlu değildir.
Üreten sorumlu değildir.
Hayatta kalmaya çalışan düşman değildir.
İşçiyle emekli aynı çizgide durur.
Dar gelirliyle çalışan aynı dar koridorda yürür.
Herkes aynı sıkışmışlığın içindedir.
Sorun onlar değildir.
Sorun, yıllardır konuşup hiçbir şey değiştirmeyen bu alışkanlıktır.
Belki de artık susmak gerekir.
Evet, susmak.
Çünkü bazen sessizlik, en yüksek itirazdır.
Bazen hiçbir şey söylememek,
“bu oyunu artık oynamıyoruz” demektir.
Bırakalım görmesinler.
Bırakalım duymasınlar.
Bırakalım bilmesinler.
Çünkü gerçek hayat, onların ilgisizliğinde de devam edecek.
Çalışan yine çalışacak.
İşçi yine direnecek.
Emekli yine tutunacak.
Ve bu ülkeyi ayakta tutanlar,
ne kürsüdekiler olacak,
ne megafon tutanlar.
Bu ülkeyi ayakta tutanlar,
her sabah sessizce yükünü omuzlayanlar olacak.
İşte bütün gerçek budur.
