Yahu zenginler…
Siz nasıl bir gönül mimarisine sahipsiniz anlamak ne mümkün!
Kalp haritanızı açsak pusula şaşar, rüzgâr yönünü değiştirir.
İçinizdeki fesat, haset, kuytu köşelerde biriken negatiflik o kadar yoğun ki,
yanınıza yaklaşan birinin moralini çekim gücünüz gibi içeri hapsediyor.
Milletin işi gücü yok da hep sizin Lamborghini hayallerinizi,
havuzlu villalarınızı, markalı banyo liflerinizi mi düşünecek?
Siz “Benim kahve kupam özel üretim” diye gezerken
ortalama vatandaş markette peynir ararken indirim kovalamaya çalışıyor.
Ama siz ne yapıyorsunuz?
İki kelimelik bir cümle kuruyorsunuz –
Hop!
20 tane anlam buluyorlar.
Üç cümle söylüyorsunuz –
800 bin tane anlamlandırma çıkıyor.
Bir zengin konuştu mu, millet metni Kur’an tefsiri gibi çözmeye kalkıyor.
Haliyle zenginler de şımardıkça şımarıyor.
CEM ULUCAN VE ZENGİNLİK MASALLARI
Aydın’da bir meslektaşım var,
ismi lazım değil demeyeceğim: Cem Ulucan.
Eskiden bir konuda mahkemelik olmuşuz,
kazandı, haklıydı, eyvallah.
Orada bir problemim yok.
Adam işini yaptı.
Ama gel gelelim, adam köşe yazılarında bir “röptoşambr edebiyatı”…
Bir “zenginlik fumesi”,
bir “pahalı hayat sosyolojisi” var ki…
Sanki Aydın’a Beverly Hills’ten su taşıyor!
En kötüsü ne?
Millet de buna inanıyor!
Valla billah inanıyor.
Kahvede inanıyor, sokakta inanıyor, siyasette inanıyor.
Saftirik yok diyorsun ama var kardeşim, var…
Algının gücü bu işte.
Bir cümleyi çok tekrarlarsan gerçek oluveriyor.
Kolay gelsin Cem Ulucan!
Aferim sana!
Gerçekten başarıyorsun.
Siyasetçiyle yan yana geliyorsun,
muhabbet gırla…
Ahbap-çavuşluğu geçmiş,
enseye tokat mesafesine gelmişsiniz!
O kadar samimiyet var yani.
Ama bu tabloda kim kazanıyor?
Cem Ulucan.
Kim kaybediyor?
Siyasetçiler.
Ne güzel dünya!
ZENGİNLİK NE DEMEK? “HAVUZLU VİLLA” DEMEK DEĞİL
Zenginlik dediğin şey,
havuzlu villada kirada oturmayla olmaz.
Bir adet yüksek model araçla da olmaz.
Zenginlik başka bir level…
Oraya çıkarsan zaten öyle zenginlik trollemesi yapmazsın.
Yapamazsın!
Çünkü gerçek zenginliğin sesi olmaz.
Çıtlarsın, duyulmaz.
Kapı açarsın, gıcırtı çıkmaz.
O kadar sessiz bir kudrettir.
Bizim memlekette ise “zenginim” diye ortada gezinen tayfa
aslında krediyle alınmış yaşamın maskotudur.
BEN YOKSULU OYNAMIYORUM, GERÇEKTEN YOKSULUM
Bak şimdi…
Ben yoksulu oynamıyorum.
Metot oyunculuğuna da gerek yok.
Sahne hazırlamıyorum, prova yapmıyorum.
Çünkü gerek yok:
Hakikaten yoksulum.
Ama bu yoksulluk bana bir özgürlük veriyor.
Çünkü fakir adam kimseden reklam istemez,
kimseden menfaat beklemez.
Oyun bozanlığı sevmem ama yanlış karşısında şakşakçılık da yapmam.
Gazeteci değilim,
gazetecileri sevmem!
Hatta bazılarına karşı antipatim var;
cırcırböceği misali ötüyorlar ama ışıltıları yok.
Ben bir şey söylüyorsam,
onu parayla tartmıyorum.
Aydın’da milletini satmayan CHP’li meclis üyeleri gibi duruyorum dimdik.
Yüz milyon versen bile memleketi satmam.
Ülkeyi satmam.
Bu kadar net.
Çakallar da bilsin:
Ben bu yoksulluğu kullanıyorum evet,
ama zenginleşmek için değil!
Doğruyu daha rahat söylemek için.
SON SÖZ: ZENGİNİN GÖLGESİ, YOKSULUN GERÇEĞİ
Özetle…
Zenginler gölgelerini uzatır,
biz yoksullar ise hakikatimizin içinde otururuz.
Zengin, algıyla zenginleşir.
Yoksul, doğrularıyla durur.
Biri “Ben böyleyim!” diye bağırır.
Diğeri “Ben buyum.” diye susar.
Ve ilginçtir:
Sonda hep yoksulun sözü daha ağır basar.
